İnsanoğlu hayal kurarken bile sonucu başkalarının gözünden değerlendirir, “bu gerçekleşirse ne düşünürler” diye bazen kendi hayal dünyasından bile kaçar. O kadar esiri olur ki başkalarının, kendisinden ne kadar uzaklaştığını göremez. Hayatınızı kontrol edemezseniz, günün birinde size dikte edilen ve hayallerinize çok uzak bir hayatı yaşarken bulursunuz kendinizi. Bu durum öylesine karanlık bir zindanda hissettirir ki sizi, tam da bu noktada çaresizlik ve mutsuzluk, sizi esir almış gibi hissedersiniz.
Bu noktada ise yalnızsınız, hepsi bir yerlerde yine sizin çaresizliğinizi konuşuyor olacak ve kendi paylarına bir suçluluk hissetmeyecek. İnsanların ne düşündüğünü önemsemeyin demiyorum, ama hayallerinize yaklaşmanıza ket vuruyorlarsa, on yıl sonra onların kurduğu hayatı yaşarken ne hissederim diye birkaç kez düşünün diyorum. Kendinize yabancılaşmanın acısını yaşamaktansa, kendi seçimlerinizin sonucunu yaşayın ama sonuç ne olursa olsun hayatımın kontrolü benim elimdeydi diyebilin.
İnandığınız, istediğiniz, karar verdiğiniz her şeye sahip çıkın. En azından yıllar sonra arkasında durabileceğiniz bir hayatınız olsun. İnançlarımızın bile başkalarına göre şekil aldığı bir dönemde yaşıyoruz, özbenliğimizden o kadar uzağız ki: çoğu zaman kendimizle çelişiyoruz. Mutsuzluğumuzun kaynağı kendimiz olmaktan korkmak. Başkaları istiyor diye renklerinizden vazgeçmeyin, belki de onlar renk körüdür.