Mutlulukta güzellik kadar göreceli bir kavram. Onu neye bağladığınız, mutluluk konusunda sizin tercihiniz oluyor. Kimi insan bunu materyal bir heyecana oturtuyor, kimi aşka, kimi ise nefsine. Maddeye bağlayan, ona sahip olduğu o ilk anki heyecan geçince kaybediyor ve bitiyor mutluluğu. Nefsinin isteklerine bağlayan zaten insan nefsi doyumsuz olduğu için yetmiyor, aşka bağlayan ise sahip olduğunda mutlu oluyor ve sonrasında yetmiyor elindekiler. Çünkü o sevebilme yetisi o kadar büyük ki; bu kadar küçük bir hayale sığmıyor. İnanç bu noktada devreye giriyor, yüce bir varlığa duyulmayan o büyük sevgi mutlu olmaya yetmiyor. Sevdiklerimizi ne için sevdiğimizi bilmek gerekiyor.
Bu günlerde herkes çok mutsuz çünkü inançlarımızı, değerlerimizi yitirdiğimiz hatta bunlardan utandığımız bir dönemde yaşıyoruz. Geleneklerimiz, göreneklerimiz bizi utandırmaya başladığında kendine acıyan bir canlıya dönüşüp mutsuzluğu kendimiz tercih ediyoruz. İsteklerine sahip olan değil, sahip olduklarının değerini bilen mutlu olur. Hep geçmiş yadediliyor ve “ah o eski…..” İle başlayan cümleler kuruluyor. Özüne bu kadar hasret ama bu kadar uzak bir topluluk mutsuzluğu kendisi tercih ediyor.
Seçimleriniz, isteklerimiz ve hayallerimiz bizimle ne kadar bağdaşıyor bunu hiç sorgulamıyoruz. Hepimizin bir kabullendirme ihtiyacı oluştu, bunu kim yaptı ve neden izin verdik düşünmüyoruz bile. Desinler kelimesi oturdu dilimize, modaya uymuyorsa giyinmiyor, çağdaş düzene uymuyorsa yapmıyoruz, bu çağın insanıyız ama başkalarının degerlerine özenerek yaşıyoruz.
Özünü kaybeden, kendinden uzaklaşan, aslını inkar eden, değerlerini yitiren değersizlik duygusuyla boğuşurken kaybolup gider ve o noktada mutsuzluğu tercih eden kendisidir ama bunu görmezden gelir. Sonra da oturur şikayet eder. Kendini sevmeyen kimseyi sevemez.
Sonsuz sevebilme yetimi, beni ben yapan değerlerime, bana dayatılan değil de benim özüme uygun ve bana ait gördüklerime harcamayı seçiyorum. Ben önce özümü sevmeyi ve kabullenmeyi seçiyorum.